Sabah sekiz onbeş’te aynı
konu için beşinci kez belediye binasındasın. Amacın, Belçika vatandaşlığına başvurmak, ve bu uğurda hazırlardığın dosyayı kabul etmelerini sağlamak.
İçeride, verimsiz devlet dairesi
imajıyla tamamen örtüşen bir durum var. Hasbelkader Angola’da değil de
Belçika'da doğmuş oldukları için burada bir işe sahip olabilmiş insanlar
bilgisayarlarının başında tamamen anlamsız işler yapıyorlar, hepsinin yüzünde
ciddi bir ifade. Bundan yaklaşık 6 ay önce Belçika vatandaşlığına başvurmak
için bu kapıdan içeri girdin ve o günden bugüne- 29 Mayıs 2017 gününe kadar
biraz beceriksizlik, biraz da ayak diremekten kaynaklı türlü türlü sorunlarla
uğraştırdılar seni. Ama bugün yeni bir sorun daha bulamadıkları için başvurunu
kabul etmek zorundalar. Çünkü ne de olsa burası Angola değil ve burada herkese istisnasız
uygulanması gereken birtakım yasalar var.
Dosyanı eline alıp, sana
sesleniyor. Yavaş, alçak bir sesle. Hiçbir ekstra çaba sarf etmeden. Sanki
'sana seslenmek için harcadığım enerji fazlalık' der gibi. Bundan 6 ay önce ilk
görüşmenizde de ‘Fransızca bildiğinizi nasıl kanıtlayacaksınız peki? ” diye
sormuştu, büyük aptal gözlerini üzerine dikerek. Bu soruyu Fransızca
sorduğundan durum alabildiğine ironikti fakat o bu ironiyi algılayabilecek
kadar bile sevimli olmadığından, boşa harcanmış bu komedi anında hiçbir şey
olmuyormuş gibi yapmak zorunda kalmıştın.
Daha sonraki gelişlerinden birinde de
St. Joseph’ten aldığın Fransız devleti damgalı diplomana dudak bükmüş, ‘küçük
diplomanız da çok şıkmış’ demişti. Küçük diploma. O özensizce söylenmiş gibi
duran sıfatın içinde neler neler saklı. Ne diyebilirdin? Senin gittiğin zavallı
mahalle okulundan kat be kat iyi bir okulun diplomasi o, kendine gel diyebilir
miydin? Diyemezdin tabii. Çok eski bir okul o diyebildin sadece.
Insan bunlara sinirlenmese.
Zavallı devlet memurlarının küçük egolarına takılmasa hayat ne kadar güzel
olabilir halbuki.
Bu sabah her şey tamamdı.
Beş yıldır Belçika'da oturuyor olmak ve toplamda son beş yıl içinde 486 gün
çalışmış olmak gerekiyor vatandaş olabilmek için. O 486 günü çocuklar tasolarını,
beysbol kartlarını, misketlerini nasıl sayarsa, oturup öyle sayıyorsun. Neyse
ki matematik kişisel hırslara ve oyunlara izin vermeyen bir alan. Yoksa eminim,
günlerimi sayan kadın, bana ‘hayır bence 486 değil 78 gün çalışmışsınız’ derdi.
Bundan çok eminim. Oturup günleri tekrar saydınız. Sonra tekrar saydınız. Sen
zaten önceden de kendin saymıştın 32 kere falan. Toplamda 503 etti çalışmış
olduğun günler. Insan gururlanıyor, tasosu çok olan çocuklar gibi.
Başvuru için ödemen gereken
150 Euro’yu ödemiştin. Tabii ki sizin için sesini yükseltmeye bile üşenen
sistem, sizden dosyanızın işlem parasını da alıyor. Bu sabah bir 30 Euro daha
ödedin, niyeyse. Yine de, hayatın boyunca almaktan kurtulacağın İtalya, Amerika, Kanada
vizeleriyle kıyaslandığında 180 Euro çok iyi bir rakam.
|
İşte Belçika'lı olmaya giden kırmızı çizgi. Gerçekten. |
Neyse. Bu işlemlerden sonra
adam dört kopya halinde bir belge çıkardı. Üzerinde şöyle bir şey yazıyordu:
Belçika vatandaşlığını almak ve Belçika halkının kurallarına boyun eğmek
istediğimi, aynı zamanda da insan hakları ve temel özgürlüklere sahip
çıkacağımı beyan ederim’ gibisinden. Bunu el yazınla 4 kopyaya da yazdın. O
anda fark ettin.
Hayatında unutmayacağın çok az andan birisi olacaktı bu. Bu
anı sevdiğin veya tanıdığın biriyle değil de Belçika’nın St. Gilles
mahallesindeki nüfus idaresinde çalışan yarım akıllı obez adamla paylaşmış
olmak ne kadar da acayip. İçinde bin bir duyguyla yazdın o cümleleri. Bu
çocukları yetiştirmiş bu topluma sevgi duyarak, kendi ülkenin giderek, dört
nala yitirmekte olduğu değerleri hüzünle hatırlayarak, yapmakta olduğun şeyin aslında
ne kadar da büyük bir değişiklik olduğunun farkına varıp şaşırarak.
Bir ülkenin vatandaşlığını
almak.
Kanlı bayrak hikayeleriyle,
çocukları emziren dişi kurtlarla, ‘olunmaz doğulur’ nidalarıyla büyümüş bizler
için, bu ne anlama gelebilir? Bir ülkenin vatandaşlığına geçmek. O takımdan
olmak, onların saflarına katılmak ve yazgını onların yazgısıyla kardeş etmek.
|
İşte başka bir potansiyel Belçika'lı. Çizginin sonun gelmiş. |
Bunların hepsi doğru. Rousseau’nun sosyal akit adını verdiği olaya somut olarak
en çok yaklaştığın an bu an olmalı. Bu anlamda son derece rasyonel ve hukuksal
bir adım. Ağlayan dişi kurtlarla, kanayan bayraklarla, damarında akan kanla
falan alakası yok. Duygulardan arındırılmış bir düzenleme. Sosyal kontrat. Aşk evliliği
değil. Zaten aşk evliliği de yok. Bazıları Angola'da doğmuş, bazıları Belçika'da.
Durum bundan ibaret. Bazıları da şans eseri Angola’da ya da İzmir Konak Devlet
Hastanesi'nde doğmuş olmalarına rağmen sonradan kalkıp bir de Belçikalı
oluyorlar, hepsi bu.
4 kopyayı yazmayı
bitirdiğinde adam ‘ne kadar da hızlı yazdınız’ dedi. Şaşırmış bir ifadeyle.
Bazıları yazı yazmayı bilmiyor, bazıları 3 saatte ancak yazıyor bu iki cümleyi
dedi. Kızsan bir türlü, kızmasan bir türlü. Bir taraftan adam normal bir insan
gibi yazı yazabildiğim için şaşırıyor sana. Maymun muyum ben? diyesin geliyor. Öte yandan neler
görüyor kim bilir de normal yazı yazan birine şaşırır hale geliyor.
Kağıtları imzaladın, sana
verdiği belgeleri aldın, bundan sonra süreç nasıl işleyecek onu sordun. Teşekkür
ettin ve oradan çıktın. Dışarda dünya her zamanki gibi kayıtsız bir biçimde var
olmaya devam ediyordu. Bir Belçikalı eksikmiş, bir fazla, umursamadan.