Gece Ziyareti



Brüksel’in sakin gecesinde sessiz bir yağmur yağıyor. Gecenin yorgunluguyla dolu sokakta, hızlı adımlarla, topuklarımla ritim tutarak ilerliyorum. İşte o sırada binaların ve arabaların arasından kabarık bir kuyruk gözüme çarpıyor. Türkiye’de olsa asla gözüme çarpmayacak bir detay, burada son derece dikkat çekici. Çünkü biliyorum ki burada sokakta hayvanlar yaşamıyor. Evet, bunu daha önce de, yine şehrin bu tarafında görmüştüm. Bu bir tilki. Kabarık kuyruğu, küçük kafası ve kafasına büyük gelen kulaklarıyla, sokağın ortasında durup, bana bakıyor. Aramızda 100 metre kadar mesafe var, belki daha da fazla. Ama şehrin karanlığında, o sokak ortasında, bu şehri paylaşan iki can olarak, bakışlarımızın üst üste bindiğini hissediyorum. Bana korkuyla baktığını görebiliyorum. O benim ona hayranlıkla baktığımı görebiliyor mu? Zannetmiyorum. Hızlı adımlarla uzaklaşıyor. Hemen sonra durup yeniden bana bakıyor. O anda anlıyorum. İz sürmek böyle bir şey olmalı. Birbirinin farkında olan iki varlığın, belki de sonunu bildikleri, ama yaradılışları gereği kendilerini bırakamadıkları bir oyun oynaması gibi. Onu takip ettiğimi düşünerek tedirgin oluyor. Oysa bu tedirginliği, şehrin ortasında öylesine gülünç ki, şaşırsam mı, gülsem mi, ağlasam mı bilemiyorum. Her yanını saran motorlu araçların, insanların üzerine yıllarca düşünerek yaptıkları hastanelerin ve evlerin arasında o, tüm bunlara inat yaşarmışçasına ve buna hiç aldırmadan var oluyor. Evet yaptığı tek şey bu. Var olmak. Üzerinde düşünmeden. Her şeyi nasıl da değiştirmişiz şehirde. Bir zamanlar dolaştığı bu yerlerin hepsi, ama hepsinin ormanlık arazi olduğunu insan aklına bile getirmiyor. Sanki toprak topraktan değil de, asfalttan geliyormuş gibi. Sanki insanın ayağının altında incinip bükülen, yağmurlar yağdığında utanmazca şekil değiştiren toprak hiç olmamış gibi. Tilki pıtı pıtı yürürken, nesillerden kendine aktarılan bilgilerle hareket ediyor. Ayakları asfalta nasıl tepki veriyor? Nerede uyuyor ve çocuklarını nerede büyütüyor? Şurası kesin, daha rahat ettiği, güvende olduğu yeri bırakıp buraya, insanların arabalarını bırakmak için köşe başındaki makineye paralar attığı bu sokağa gelmesinin sebebi yemek bulmak. Sürekli kendi safrasını üreten şehirde, geceleri sokak aralarında dolaşarak, hayatta kalmanın yollarını arıyor. Bizden ne farkı var? İnsan olarak kendimize hak gördüğümüz bu mekanda, bize rağmen bizimle nefes almaya devam edebiliyor olması, tek kelimeyle çok güzel.
Yağmur yağmaya devam ediyor. Ben korunaklı evimden dışarı bakıyor ve bunları yazıyorum. Sen ise her gün yeniden yazmak zorunda olduğun hikayenin neresindesin bilmiyorum. Sadece benimle bu şehri paylaşmaya devam edeceğini umuyorum. Çünkü içinde sen olmadan şehir güzellikten yoksun ve kibirli bir sanrıdan öteye gidemiyor. Ne olur varolmaya devam et. Bana rağmen. Bize rağmen.


 Fotografı ararken 'Brüksel'de çok fazla tilki var' gibisinden haberlere denk geldim. Ben bu insanoğlu kadar arsızını, utanmazını görmedim kardeşim. Kimse sana soruyor mu acaba Brüksel'de çok mu insan var diye?
Labels: , ,
edit

No comments: